KENTSEL GELİŞME DAHA ÇOK BİNA VE YOL YAPMAK DEMEK DEĞİLDİR.

BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin 11. maddesinde sürdürülebilir şehir ve yaşam alanlarının oluşturulması gerekliliğine atıfta bulunuluyor ve “2050 yılına kadar dünya nüfusunun üçte ikisi kentlerde yaşıyor olacak. Kentsel alanlarımızı inşa etme ve yönetme biçimimizi önemli ölçüde değiştirmezsek, sürdürülebilir kalkınmayı başaramayız”deniliyor. Bu kapsamda, KSS Türkiye Dergisi Ekim 2018 sayısı için WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler Direktörü Dr. Güneş Cansız ile kentlerin sürdürülebilir hale gelmesi, kapsayıcı yerel yönetimler, Türkiye’nin sürdürülebilir şehircilik karnesi üzerine bir söyleşi yaptı.

Türkiye’de, “sürdürülebilir şehir” kavramı ve bunun gerekleri doğru anlaşılıyor mu?

Sürdürülebilir kent, kendi yaşam döngüsünü kendi sağlayabilen yani çevreye zarar vermeden kendi madde ve enerji giriş çıkışlarını yapabilen kenttir. Yani arzın talebi karşıladığı ve atıkların da geri dönüştürüldüğü bir sistemi vardır. Sürdürülebilir bir kent aynı zamanda odağına insanı almalı; dolayısıyla da yaşanabilir olmalı. Bu açıdan ele alırsak, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir şehir kompakt ve kapsayıcı olmalı ve orada yaşayan kentliler de işe, okul / sağlık gibi hizmetlere ve çeşitli imkanlara kolaylıkla erişebilmeli.

Aynı zamanda kentliler, gitmek istedikleri yere ulaşmak için çok uzun mesafeler katetmek zorunda kalmamalı. Bisiklet, yürüme gibi hem aktif hem de herkes için ulaşılabilir ulaşım alternatiflerine sahip olmalı. Böylece ulaşımdan kaynaklanan ve iklim değişikliği ile hava kalitesine etki eden emisyonların önüne geçilerek sağlık harcamalarından da tasarruf sağlanabilir. Ülkemizde “sürdürülebilir kent” kavramına ilişkin genel yaklaşımları incelediğimizde, bu kavramın daha çok kentsel gelişme olarak algılandığını gözlüyoruz. Gelişmeden kasıt da daha çok bina, daha çok yol yapmak üzerine kurulu. Ancak bunun sürdürülebilirliği, kaynakların doğru yönetimi ve en önemlisi insan boyutu sıklıkla ihmal ediliyor.

Dünyada sürdürülebilir kentleri tanımlayan kriterleri inceleyecek olursak, başlıca şunları sıralayabiliriz:

  • Uzun dönemli ekonomik ve sosyal güvenliğin sağlanması,
  • Biyoçeşitlilik ve doğal ekosistemlerin korunması ve yeniden tesis edilmesi,
  • Kentlerin kültürel karakterlerinin tanınması,
  • İnsanlara sürdürülebilir gelişme sürecinde yetki verilmesi,
  • Sürdürülebilir gelecek doğrultusunda işbirliği ağları kurulması,
  • Sürdürülebilir üretim ve tüketimin çevreci teknolojilerin kullanımı ve verimli talep yönetimi doğrultusunda geliştirilmesi,
  • Şeffaf yönetim

Bir kent yönetimi ne kadar ekonomi, ekoloji, kültür, teknoloji, katılımcılık ve şeffaflık gibi kriterleri birlikte karşılayabilir hale gelirse, o kent de o kadar sürdürülebilir bir yönetim ve gelişme yapısına kavuşmuş olur.Türkiye’de, bu kriterlerin her birinin bulunduğu kent ya da kentler bulmak pek kolay değil.

Özellikle Seferihisar gibi daha küçük ölçekli yerleşimlerin, örneğin yavaş şehirler, yaratıcı şehirler ağı gibi oluşumların ve çeşitli birliklerin bu kriterlere ulaşma doğrultusunda çalışmalar yaptığını biliyoruz. Örnekler henüz istenilen seviyede olmamasına karşın yerel yönetimlerin ve ilgili karar verici kurumların sürdürülebilir şehir kavramını giderek artan bir ciddiyet ve dikkatle ele aldıklarını söyleyebiliriz. Gelişen bir ülke olarak bu konuyu şehir planlama perspektiflerine katmaktan başka şansımız da yok.

Kaynak: WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler / Flickr

Türkiye’nin sürdürülebilir şehir/şehircilik envanterinde durum nedir? Eylem planı, öncelikli olarak hangi alanlarda yapılmalıdır?

Sürdürülebilir kent kavramı ekonomi, ekoloji, kültür, teknoloji, katılımcılık ve şeffaflık gibi konuların birlikte sağlanmasını içeriyor. Bu kapsamdaki kriterlerin hepsini bir arada bulunduran ya da bu amaçla çalışmalar yürüten kentler ise maalesef oldukça azınlıkta. Özellikle İstanbul gibi çok büyük ölçekli megakentlerde bu unsurların gerekliliklerini yerini getirmek zorlaşıyor. Ancak mahalle ölçeğinde ve ilçe ölçeğinde yukarıda sıralanan kriterler ele alındığı taktirde, aşağıdan yukarıya-yerel ölçekten kent bütününe uygulanacak sürdürülebilir kent modeli yaratmak mümkün olabilir. Oluşturulacak eylem planları da bu öncelik alanlarını kapsamalıdır. Ülkemizde de sürdürülebilirlik alanında Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı, kent özelinde İklim Değişikliği Eylem Planları gibi planlar hazırlanıyor. Dolayısıyla elimizde eylem planları mevcut, ancak burada kritik nokta baştan ölçülebilir hedeflerle bu eylem planlarının hayata geçirilmesi.

Göçlerin de etkisiyle gitgide kalabalıklaşan kentlerin, başa çıkmakta en çok zorlandığı konular nelerdir/ neler olacak?

Türkiye’de özellikle ekonomik yapının dönüştüğü yıllar olan 1950’li yıllardan itibaren, sanayi faaliyetlerinin da artmasıyla, köyden kente ve küçük kentlerden büyük kentlere yoğun göç faaliyetleri yaşandı. Göç faaliyetleri sonucunda ise özellikle öncelikle konut, sonrasında çarpık kentleşme ve ilerleyen yıllarda trafik problemleri ortaya çıktı. İlk göç edenlerin konut talebi genel olarak yine kendileri tarafından giderilip, bu ihtiyaç altyapı sorunları barındıran gecekondular ile çözüldü. 1980’li yıllarda yaşanan göç dalgası ile de kente yeni gelenler ilk göç edenlerin kiracısı olmuş ya da yine kendi gecekondusunu yaptı, ilk göç edenler ise artık ikinci konutlarını da inşa etti. Kentler ise yoğun altyapı ve yol sorunları barındıran gecekondu bölgeleriyle doldu.

Günümüzde yaşadığımız trafik sorunları ise, bahsettiğimiz dönemlerden beri süregelen plansızlık ve çarpık kentleşmenin bir sonucudur. Özellikle büyük kentlerin belli mahallelerine erişim ve ulaşım sıkıntıları bulunuyor; ana hatlara entegrasyon sorunları yaşanıyor. Buna çözüm bulmak amacıyla daha esnek faaliyet gösteren dolmuşlar ortaya çıktı; ancak trafik problemine geçici çözüm olarak geliştirilen bu ulaşım türü kalıcı hale gelerek, günümüzün önemli trafik sorunlarından biri haline geldi.

Özel araç kullanımı da bunlara paralel olarak yaygınlaştı. Farklı sebeplerle özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere üç büyük kentte göç hareketleri ve yığılmalar devam ediyor; kentsel dönüşüm faaliyetleri neticesinde mevcut sokak dokusunun ve otopark kapasitesinin kaldıramayacağı ölçekte binalarda kat sayıları artıyor. Bu durumda da kentleşme ve trafik sorunlarının devam edeceği maalesef söylenebilir.

Kentsel sorunların tespiti ve çözüm yolunun belirlenmesinde belirli/kitabi bir sistematik var mıdır? Çözüm süreci nasıl işlemelidir?

Bu konuda genellikle iyi ve yetersiz örnekleri tespit etmeye yarayan ve karşılaştırmaya imkan tanıyan kriterler kullanılıyor. Örneğin çeşitli kurumlar tarafından Avrupa’nın ya da dünyanın en yaşanabilir şehirleri, en yeşil şehirleri, en mutlu şehirleri vb. seçiliyor. Bu şeçim sürecinde sağlıklı bir veriye ulaşabilmek için öncelikle uzmanlar tarafından kriterler belirleniyor; sonrasında ise verilere ve uygulamalara ulaşılarak kriterlerin sağlanıp sağlanmadığına bakılıyor. Bu yöntemi biz de çalışmalarımızda sıklıkla kullanıyoruz. Örneğin 2016-2017 yıllarında İzmir’in Tarihi Kemeraltı Bölgesi’ne yönelik bir sürdürülebilir ulaşım projesi yürüttük. Bu proje kapsamında Kemeraltı’ndaki 19 alt bölgeyi birbiriyle kıyaslamak, eksikliklerini ve potansiyellerini görmek amacıyla evrensel yayınlardan çıkarımlarımızla oluşturduğumuz ve kentlilerin hareketlilik ve erişilebilirlik ihtiyaçlarını ön plana alan bir kriter listesi kullandık ve sonuca ulaşmada çok da başarılı olduk.

Başarılı olmak için öncelikle bir vizyon ortaya koymak, ardından da bu vizyona giden yolda gerçekçi hedefler belirlemek gerekiyor. Ve bu hedeflere ulaşırken atılan adımların etkilerinin ölçülmesi ve asıl hedefe oranla nerede olduğunun gerçekçi kıyaslamasının yapılması gerekiyor. Ancak bütün bunlar yapıldıktan sonra çözüm sürecinin istenilen sonuca ulaşıp ulaşmadığına dair ayağı yere basan bir yorum yapılabilir.

WRI’ın Türkiye için sürdürülebilir kentsel çözümleri, önerileri nelerdir?

WRI Türkiye Sürdürülebilir Şehirler olarak 2005 yılından bu yana Türkiye’de özellikle kent içi ulaşım alanında olmak üzere farklı çalışmalar yürütüyoruz. Türkiye’de ilk çalıştığımız konu da İstanbul’daki ulaşım ihtiyacını karşılamaya yönelik Metrobüs projesiydi. O zamandan bu yana da ülkemizde 14 şehirde kent içi ulaşımda otomobile bağımlılığı azaltmayı amaçlayan toplu taşıma sistemlerinin entegrasyonu, bu sistemlerin hizmet kalitesinin arttırılması, bisikletli ulaşım ve yürünebilirlik çözümleri öneriyoruz.

Bu çözüm önerilerini de yediden yetmişe herkes için erişilebilir olacak şekilde sunmaya önem veriyoruz. Çünkü bir şehir ne kadar kompakt ve yürünebilirse, o kentte yapılan yolculuk mesafeleri de o kadar kısalır. Böylece özellikle düşük gelir grubundan kişilerin ulaşım harcamaları azalır. Bu da herkese eşit fırsatlar sunan bir şehri beraberinde getirir.

Öte yandan, yürüme ve bisiklet imkanının güvenli şekilde sağlandığı şehirler, araçlardan kaynaklanan karbondioksit saliminin azalması ile daha iyi bir hava kalitesine kavuşur. Daha iyi hava kalitesi ve daha aktif bir yaşam tarzı ise sağlık alanında yapılan harcamalarda önemli bir tasarruf sağlar.

“Mahalle Konseyleri vasıtasıyla, ken t konseylerinde gözden kaçabilecek detayda ve mahalleleri İlgilendiren ölçekte sorunlar tartışılıyor, mahallelinin aktif katılımıyla da çözüm önerileri geliştiriliyor.”

Şehirlerin yaşanılabilir alanlar olabilmesinde, yerel yönetimlerin şüphesiz ki kilit rolü var. Yerel yönetimler kapsayıcı, katılımcı süreçler yürütebiliyor mu? Eksik veya olumlu gördüğünüz yanları nelerdir?

Evet aslında pek çok belediye bu konuda çeşitli çalışmalar yürütüyor. Kentlerimizde en yaygın katılımcılık araçları olarak kent konseylerini sayabiliriz. Kent Konseyleri 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 26313 sayılı Kent Konseyi Yönetmeliği’ne dayanarak kurulmuş yapılardır. Kuruluş amaçları ise “kent yaşamında, kent vizyonunun ve hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi, kentin hak ve hukukunun korunması, sürdürülebilir kalkınma, çevreye duyarlılık, sosyal yardımlaşma ve dayanışma, saydamlık, hesap sorma ve hesap verme, katılım, yönetişim ve yerinden yönetim ilkelerini hayata geçirmektir. Buna ek olarak örneğin Bursa Nilüfer Belediyesi Mahalle Konseyi uygulamasına da geçti. Mahalle Konseyleri vasıtasıyla, kent konseylerinde gözden kaçabilecek detayda ve mahalleleri ilgilendiren ölçekte sorunlar tartışılıyor, mahallelinin aktif katılımıyla da çözüm önerileri geliştiriliyor. Bu yönüyle kent konseylerinden çok daha katılımcı bir uygulama olduğu söylenebilir. Bu nedenle, diğer belediyelerde de geliştirilmesi gereken bir yapıdır. Bunun dışında belediyeler, çeşitli STK ve derneklerin görüşlerini de alarak gerek sosyal uygulamalarda gerekse fiziksel planlamalarda daha kapsayıcı olmalı, halkın beklentilerini karşılayacak verimli uygulamalar gerçekleştirmelidirler.

Şehirlerimizin geleceğine dair, gelecek yıllar için öngörüleriniz nelerdir?

Ölçekleri birbirinden çok farklı olmakla birlikte Türkiye’de şu an 30 büyükşehir belediyesi bulunuyor. Ancak nüfus yığılmaları genellikle üç büyük kentte yoğunlaşıyor. İstanbul, gerek ekonomik, gerek sosyal gerekse sorunlar anlamında ölçek olarak Türkiye’deki hiçbir kentle kıyaslanamayacak durumda. Bu eğilim bu şekilde devam ettiği takdirde İstanbul ve nüfus yığılmalarının gerçekleştiği büyük kentlerde sorunlar artarak devam edecektir. Bu nedenle ekonomik ve sosyal anlamda dengeli bir yapı sağlamak amacıyla yatırımlar Türkiye geneline yayılmak, her kent kapasitesi ve potansiyelleri doğrultusunda kendi bölgesinin çekim merkezi haline getirilmelidir.