Sosyal ve Çevresel Kentleşme

 

Fotoğraf: Sercan Çelik

Fotoğraf: Sercan Çelik

 

Kentin taşıma kapasitesi kent içindeki fonksiyonların planlama sürecini doğrudan etkilemektedir. Kentin taşıma kapasitesinin aşılmaması, kentiçindeki fonksiyonların ve faaliyetlerin verimliliğini
ve niteliğini korumak açısından önemlidir. Aynı zamanda, uygulama alanındaki ve plancılar ve akademisyenler, kentiçi arazi kullanımının sürdürülebilir kente erişmede çok önemli bir rolü olduğu konusunda görüş birliğine sahiptir.

Sanayi devriminin ardından gelen hızlı kentleşmenin ekonomik faktörlerin etkisi altında gelişme göstermiştir. Bu etkinin bir sonucu olarak kentleşme, kültürel canlılık ve sosyal bütünleşme yerini ticari üretim ve tüketime bırakmıştır. Üretim ve tüketimi artırmak amacıyla, kentiçi ulaşım ve iletişim için kentler yayılma politikası ile genişletilmiş ve yeni yapılandırmalara gidilmiştir. Hem geçmişine hem de geleceğine bakmaksızın geliştirilen yayılma politikası ile kentleşme sürecinde, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yol açtığı çevresel etkiler ve bununla gelen sosyal etkiler göz ardı edilmiştir.

Küresel ısınma ve iklim değişikliği insan sağlığı, hava kalitesi, güvenli içme suyu, yeterli gıda ve güvenli barınak gibi çevresel ve sosyal bileşenleri doğrudan etkiler. Kentleşme, sadece idari bir gelişim, ekonomik değişim, nüfus artışı, alt yapı ve ulaşım hizmetleri düzenlemesi olarak değil, aynı zamanda çevresel ve sosyal bir dönüşüm olarak da ele alınmalıdır.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı tarafından 1988 yılında insan faaliyetlerinin neden olduğu iklim değişikliğinin risklerini değerlendirmek üzere kurulmuş olan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yaptığı çalışmalara göre; küresel ısınma ve iklim değişikliği son 50 yılda en çok insan kaynaklı faaliyetlerden tetiklenmiştir. Yerküre sıcaklığı 1975’ten günümüze kadar yaklaşık olarak 0,7 ⁰C artış göstermiştir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2004 yılında yaptığı bir çalışmaya göre 1970’ten beri küresel ısınma neticesinde meydana gelen ölümler yılda 140 bin kişiyi aşmıştır.Sera gazları, kent insanını hava sıcaklıklarında artış, deniz seviyelerinde yükselmeler, seller, çölleşme ve havzaların su seviyelerindeki düşüşlerle doğru orantılı olarak kuraklık gibi tehlikelere de maruz bırakmaktadır. Son 10 yıl içerisinde her geçen gün biraz daha fazla insan iklim değişikliği ve kentleşmenin olumsuz koşullarının tesiri altında kalmaktadır.

Yeni ticari alanların oluşturulması, konutların artırılması, buna bağlı olarak kontrolsüz göç ve yüksek nüfus artışı, artan nüfusun talebine karşılık gelen altyapı ile ulaşım hizmetleri
düzenlemeleri, projeksiyonlara uymayan kapasite artışları; bu hali ile kentlerin atmosfere sera gazı ve özellikle sera gazlarının en önemli bileşeni olan CO2 salımı yüzde 75 mertebelerine
ulaşmaktadır.

Özellikle yapılan araştırmalarda görülmüştür ki gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelere oranla atmosfere çok daha fazla CO2 salmaktadır. Aynı şey kentler için de söylenebilir. Şangay ve Mexico
City gibi metro kentlerdeki kişi başı CO2 salımları, ülke ortalamalarını ikiye katlamaktadır. OECD’nin 78 metro kenti içinde bulunan İstanbul’daki kişi başı CO2 salımı da ülke ortalamasının oldukça üzerindedir. Kentiçindeki fonksiyonlardan sera gazlarını ve özellikle CO2 salımını artıran en önemlileri ulaşım, gıda üretimi ve tüketimi ile enerji kullanımıdır. Dolayısıyla, kentiçi ulaşım, kentleşme ile ilişkili çevresel ve sosyal etkiler üzerine en önemli bir sorun alanıdır.

Kentiçi ulaşımın sorunlu gelişmesi yaşam kalitesi üzerinde de olumsuz etkilere neden olmaktadır. Kentiçi ulaşım planlaması, sürdürülebilir kentleşme sürecinde atılması gereken ilk adım olmalıdır.

Kentiçi toplu taşıma odaklı gelişim, yaya alanlarının oluşturulması, trafik planlaması, güvenli, erişilebilir ve temiz ortak kullanım alanların oluşturulması ile sürdürülebilir kentleşme süreci, CO2 salımlarını sınırlandıran; arazi planlamasına sahip; herkesin eşit erişimine açık olan; sağlıklı ve nitelikli bir kentsel çevrenin oluşumuna katkı sağlar. Bu süreç aynı zamanda, pahalı olmayan; yüksek verimlilikle çalışan ekonomiyi destekleyen bir yaklaşımdır.