İklim krizinde kent yönetimlerinin payına düşenler

Son aylarda Türkiye’nin iklim gündemi hayli yoğundu: Önce, yıllardır rafta bekleyen Paris Anlaşması, TBMM’de hızlıca onaylandı. Buna bağlı olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP26) da ülkemizde büyük ses getirdi. Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı ‘2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi’ni, Türkiye’nin önde gelen özel sektör kurumları da kendi ‘Net 0 Karbon’ vizyon ve planlarını duyurdu. Benzer şekilde şehirler de kendi iklim eylem planlarını ilan etti. Bunların arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi de vardı. İBB, 5 Kasım’da düzenlediği etkinlikte İstanbul için 2050’ye kadar karbon nötr olma hedefi olduğunu açıkladı.

Herkes için yeterince açık ama yine de bir kez daha altını çizmekte fayda var: İklim krizi; bireylerin, tek bir sektörün, tek tek kurumların ve hükümetlerin çözebileceği bir sorun değil. Herkesin ayrı ayrı elini taşın altına koyması, iş yapış modelini değiştirmesi gerekiyor. Ve bu değişimde kent yönetimlerine de hiç azımsanmayacak görevler düşüyor.

Kentler iklim kriziyle mücadele böyle önemli bir rol oynuyor

Dünya Bankası verilerine göre, 2020 yılı itibarıyla dünya nüfusunun yüzde 56.15’i kentlerde yoğunlaşmış durumda. Hatta Türkiye’de nüfusun yüzde 76’sı kentsel alanlarda yaşıyor. Ve gerek Türkiye’de gerek dünyada bu yoğunluk giderek artacak. Dolayısıyla şehirlerimizde halihazırda çok yoğun olan enerji, hizmet, gıda tüketimi daha da artacak. Karbonsuzlaşmayı sağlayacak yöntem ve yaklaşımlar geliştirilemedikçe de bu tüketim artışı beraberinde yüklü bir emisyon getirecek.

Bunu özellikle enerji bağlamında ele alırsak, dünya genelinde toplam enerjinin yüzde 78’ini şehirler tüketiyor. Atmosfere salınan, enerjiye bağlı sera gazı emisyonlarının yüzde 75’inden şehirler sorumlu. Dolayısıyla şehirlerin, ulaşımdan atık yönetimine hemen her alanda aldıkları kararlarla ve bütüncül bir planlama ile, bir sistemi baştan başa karbonsuzlaştırma ve dirençli kılma potansiyeli var. Örneğin ulaşım alanında metro gibi ana toplu taşıma türleriyle bütünleşik ve etkileşimli yürüme ve bisiklet gibi aktif ulaşım yöntemleriyle özel araç kullanımını azaltmak, ardından da toplu taşıma araçlarını yeni nesil elektrikli filolar ile yenilemeyi önceliklendiren bir yaklaşımla kent içinde ulaşım sistemini karbonsuzlaştırmak mümkün.

Kentsel dönüşüm konusunda hükümetlere destek veren global bir inisiyatif olan Coalition for Urban Transitions’ın bir araştırmasına göre, karbon ayak izini azaltmaya yönelik iklim eylemleri, bir yandan kentlerden kaynaklanan emisyonları yüzde 90 azaltırken, diğer yandan 2050 yılına kadar kentlerde net $24 trilyonluk bir fayda sağlayabilir. Ve işin aslında umut veren tarafı, emisyon salımını neredeyse sıfıra indirmeye yardımcı olacak etkisi kanıtlanmış teknolojiler günümüzde mevcut.

Beş Alan Öne Çıkıyor

Hal böyle olunca, iklim kriziyle mücadele alanında kentler için önceliklendirilmesi gereken beş konu ön plana çıkıyor.

  • Kent yönetimleri Kent Eylem Planları’nı hazırlarken, bunların Ulusal Katkı Beyanları ile uyumlu olmasına dikkat etmeli. Eylem planlarında belirledikleri hedeflerin küresel ısınmayı 1.5derece ile sınırlandırma nihai hedefine katkı sunduğundan ve ölçülebilir olduğundan da emin olmalı.
  • Şehir planlama ve öncelik belirleme çalışmalarında bütüncül iklim eylemleri dikkate alınmalı. Evet, iklim eylem planlarının hazırlanması önemli bir adım, fakat ulaşımdan gıdaya, enerjiden atığa aklınıza gelebilecek tüm eylem planlarında, olmazsa olmaz bir başlık olarak iklime yer verilmeli. Ancak bu şekilde temiz hava, daha yeşil ve güvenli, herkesi kapsayan şehirlere kavuşabiliriz. Ayrıca bütüncül iklim eylemlerinin sağlık, istihdam gibi alanlarda da fayda sağladığını unutmamak gerek.
  • Sürdürülebilir hareketlilik alanında daha kapsamlı yaklaşımlar geliştirilmeli. Bu yılki COP26, ulaşım alanında sadece elektrikli araçlara odaklanarak büyük ulaşım sektörü namına büyük eleştiri topladı. Özellikle karayolu ulaşımının Türkiye’deki tüm emisyonların yüzde 18’ine sebep olduğunu düşünürsek, bu alanda etki yaratacak bütüncül çözümlerin geliştirilmesi şart. Sıfır emisyonlu ulaşım araçları söz konusu olduğunda, elektrikli araçların önemli bir rolü olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ancak zaten bir iklim krizinin içinde olduğumuzu düşünürsek, tüm motorlu taşıtların elektrikliye dönmesi için de önümüzde daha uzun bir zaman var. Ne var ki iklim açısından bizim böyle bir zamanımız yok! O yüzden de çok daha kısa vadede, çok daha düşük bütçelerle hayata geçirilebilecek bir diğer sıfır emisyonlu ulaşım yöntemleri olan yürüme ve bisiklet gibi aktif ulaşım türlerine yatırım yapılmalı. Bununla birlikte kent yönetimleri toplu taşımayı kentliler için daha cazip, güvenilir ve konforlu hale getirecek projeleri hayata geçirmeli.
  • Su yönetimi ve kentlerin direncini artırma çalışmalarında, doğa temelli çözümler kullanılmaya ağırlık vermeli. Çevre konusunda uygulamaları ve politikaları iyileştirmeye yönelik çalışmalar yapan araştırma enstitüsü WRI’ın araştırmasına göre, Türkiye 2040 yılına geldiğinde ‘çok yüksek su stresi’ yaşayacak ülkeler arasında yer alıyor. Türkiye’nin kullanılabilir su kaynaklarını değerlendiren Doğayı Koruma Vakfı WWF’e göre de Türkiye su sıkıntısı çeken bir ülke. Tahminlere göre yılda 400 metreküp olan kişi başına düşen su miktarının, 2030 yılında 100 milyon olması beklenen nüfusla birlikte 1.120 metreküpe düşmesi bekleniyor. Dolayısıyla su yönetimi aslında kentlerin ağırlık vermesi konuların başında geliyor. Buradan hareketle de su kaynağı, su yönetimi ve su uyum önlemlerinin birlikte ele alınması şart.
  • Kent eylemlerinin merkezine eşitlik ve kapsayıcılık ilkesi yerleştirilmeli. Dünya genelinde her üç kentliden biri; barınma, elektrik ya da temiz su ve sağlık gibi kritik öneme sahip hizmetlere erişemiyor. Enerji, barınma, alan kullanımı, ulaştırma gibi alanlarda herkesi kapsayan iklim eylemleri geliştirerek, kent eylemlerinin daha kapsayıcı bir nitelik kazanması mümkün. Çünkü kentleri yönetme ve kentlilere hizmet sağlama biçimleri değişmediği takdirde kentler yoksulluk çemberinde daha da sıkışacak. Yoksullukla birlikte düşük verimlilik ile çevrenin tahribatı, tüm kentlilerin yaşam kalitesini olumsuz etkilerken kalkınma ve iklim hedeflerine ulaşmaya da ket vuracak.
*Bu yazıyı Hande Dönmez Yeşil Haber için kaleme almıştır. Yazının orijinali 21 Ocak 2022 tarihinde burada yayınlanmıştır.